10 Aralık 2013 Salı

İNSANCIKLAR

   Mum aldım, kağıt hazırladım, kalemi yontarken, birdenbire gözlerimi kaldırıverdim. Kalbim o anda küt küt atmaya başladı. Demek benim şu zavallı kalbimin isteğini anladınız. Baktım, penceredeki perdenin ucu, geçenlerde ayarladığım şekilde kıvrılmış, kına çiçeği saksısına iliştirilmişti. Pencereden yüzünüzün gelip geçtiğini görür gibi oldum. Siz de odanızdan bana bakıp, beni düşünüyormuşsunuz gibi geldi. Sevimli yüzünüzü iyice seçemediğime nasıl üzüldüğümü bilseniz!

Şu anda hayalimde birdenbire tebessümünüz parladı meleğim;içten, iyilik dolu tebessümünüz... İçimde, tıpkı sizi öptüğüm zamanki gibi bir his uyandı. Varenka, sizi öpüşümü hatırlar mısınız meleğim? Hatta bilmem belki de bana öyle geldi, pencerenizden beni tehdit eder gibi parmak salladınız... Öyle mi yaramaz? Mektubunuzda hepsini bir bir yazmayı ihmal etmeyin, emi?

Hayallerim hep size aitti Varenka: Sizi, insan gönlünü hoş etmek, tabiatı süslemek için yaratılmış gök kuşlarına benzettim.

Ah Varenka. Varenka!.. Kendinizi asla kedere kaptırmayın. Gözyaşının hiç bir faydası yok, bunu kendimde denedim.

Ne olacağım ben? Kader bana neler hazırlıyor? yarını kestirememek, gelecek hakkında en ufak bir düşünceye sahip olamamak pek acı. Geriye bakmaya korkuyorum. Arkada kalanları hatırlamak bile kalbimi kederden parçalıyor.

Biz ihtiyarlar, yani yaşlı insanlar eşyalarımıza sevdiklerimiz kadar bağlı oluyoruz.

Duvarlar.. Anlatmaya değmez ya bas bayağı duvardı. Mesele duvarlarda değil, hatıralar, geçmişe ait hatıralar canımı sıkıyor. Hem de işin tuhafı bunlar çok tatlı hatırlar olduğu halde üzülüyorum. O zamanlar kötü gözüken, insanı kızdıran olaylar bile hatıra olunca bütün kötülüğünü kaybediyor, hayalde cazibe kazanıyor.

Çocukların düşünceli halini hiç sevmem Varenka, insana keder verir.

Edebiyat bir resime, daha doğrusu hem resime, hemde aynaya benziyor.

Yaşın gidip, aklın yerinde sayması ne kötü şey.

Daima kendini sıkmak, içini gizlemek insana ağır gelir.

Size bütün kalbimle bağlıyım; candan, içten seviyorum. Ne çare ki kör talihim bana sadece sevebilen, sevgiden anlayan bir kalp vermiş o kadar.

Bilir misiniz; insan, bazen yaşıyor da burnunun dibinde, bütün hayatının kitaba aktarıverildiğinin farkında olmuyor.

Her insanın Tanrı tarafından çizilmiş bir yolu vardır.

Ah dostum! Felaket bulaşıcı bir hastalıktır. Bahtsız fakir insanlar hastalıklarını bulaştırmamak için birbirlerinden kaçınmalıdır.

Şimdi yalnız kafanız konuşuyor. Kalbinizin bambaşka düşüncelerle dolu olduğuna eminim.

Çok düştüm.. En kötüsü de kendi gözümden düştüm. Ne yapalım, besbelli alnımın yazısı buymuş. Kaderden kaçılmaz bunu siz de bilirsiniz.

Başkalarıyla bu kadar derinden ilgilenmek, herkese bu derece acımak, dünyanın en şanssız adamı olmak için yeterlidir.

Nasıl değiştiklerini görüyorsunuz ya anacığım. Ayaklarını sildikleri çaput kadar değerim kalmadı. Beni asıl bu mahvediyor Varenka! Para değil, bütün bu hayat dertleri...

İnsan kendine karşı saygısını, erdem ve onurunu kaybetti mi her şey bitti demektir.Bundan sonra alabildiğine sessizlik başlar.

Hiç bir iyilik mükafatsız kalmaz.İlahi adalet er geç her erdemi taçlandırır.



FYODOR DOSTOYEVSKI


26 Ekim 2013 Cumartesi

KIRMIZI VE SİYAH

Bağımsız kontlukta insan arazisi üzerine ne kadar taş yığarsa, vatandaşların gözünde o kadar çok yükselir.

Hiç kuşku yok ki manevi asalet ve her türlü kötülükten masum olma hali, gençliği uzatan hususlardır. Güzel kadınların bir çoğunda öncelikle yüz yaşlanır.

Aşk eşitlik doğurur ama onu bulmaya çalışmaz.

Hasret insanın alışık olduğu bir durum olur da birden bire ortadan kalkarsa, bu boşluğu dolduracak olan anılar henüz yeterli olgunluğa sahip değillerdir.

O zamanlar Bayan de Renal'in tek bir korkusu vardı: Julian'ın onu yeterince sevmeyeceği korkusu. şimdiyse, mutluluğun tadı, bir suçun tadıydı.

Julian aynı cevabı her defasında farklı bir şekilde veriyordu. Daha fazla kelimeyle daha az şey ifade edebilen bir Machiavalli var olamazdı.

Yüksek sosyetenin görgü kurallarına daha şimdiden sahip olsa da, kalplerini henüz edinmemişti.

''Bak!'' diye bağırdı Julian'a kendi vicdanının sesi. ''İşte bu pis mutluluğa ulaşmak için çabalıyorsun! Sadece bu heriflere ve onların dünya görüşüne boyun eğdiğin takdirde söz konusu mutluluğu elde edeceksin. O zaman muhtemelen 2000 Frank maaş aldığın bir konum geçirirsin eline. Ama karnını doyururken, zavallı bir mahkuma şarkı söylemeyi yasaklamasını da becermelisin. Onun mütevati yemeğinden tasarruf ettiğin parayla yemek davetleri verirsin. Ve sen ziyafet çekerken o her zamankinden daha fazla acı çeker...''

O zamanlar savaşın tehlikeleri göze alınarak ilerlenirdi. Bugün ise bahtsızların nasıl boyunduruk altına alındığına sessiz ve ödlekçe şahit olunarak!''

Yüksek dağlara çıkan seyyah, rahat bir mola verdiğinde mutluluk hisseder tabii. Ama sonsuza kadar orada kalacak olsa, ölümüne kederli olur.

Modern evliliğin tuhaf yan ürünleri vardır. Eğer evlilikten önce aşk mevcut ise, evlilik denen birlikteliğin sıkıcılığı içinde solar gider. Özellikle de çalışmak zorunda kalmayacak kadar zengin eşlerde, dingin evlilik mutluluğuna yönelik temel nitelikli bir antipati oluşur. Sevda ve aşkların içine balıklama dalmaktansa bunların yanından geçip gidenler, sadece hayal gücünden yoksun olan kadınlardır.

Gülen yüzlere alışıksınız. Ama bunlar yalanın meskeleridir. Gerçek ciddidir dostum.

Dünya çocuklarının kendini beğenmiş şerefi, insanı onca günaha ve hatta sık sık suçlara yöneltir.

Kadının pişmanlığı aşkı kadar büyüktü.

Adil fakat katı tanrı, anneleriniz hatalarını artık onlardan soramaz.

Julian tuhaf bir hisse kapıldı. Birisi farkına varmadan en kutsal varlıklarına dokunduğunda, ateşli ruhlar böyle hisseder işte.

Dünyada olmak gerçek düşmanlarla çevrili olmak anlamına gelmektedir.

''Hayatım boyunca hangi işle uğraşacağım?'' diye soruyordu kendine. ''Dindarlara cennette yer satacağım. Peki bu yerlerin gerçekte var olduğundan nasıl emin olacağım? Bunu yapmanın tek yolu, insanın dış görünüşünün farklı bir biçime sokmasıdır heralde.''

Daha yukarıya tırmanmaya çalışmamak, ona ölmekle eşdeğer görünüyordu.

''Eğer fırtına varken uykuya dalarsam, sele kapılmayı hakederim.''

Adamın değeri neyse makamının da değeri odur.

Güzel bir yol daima güzel kalır. Etrafında dikenli çalılıklar olsa bile. Edepli yolcu yolunda ilerler ve kötü dikenleri dikkate almaz.

İnsanlar ekmeklerini elde eder etmez,kibirlerinin esiri oluyorlar.

Bayan de Renal Julian'ın kollarına attı kendi kendini. ''Ah! Böyle ölmek..''

''Korkuyorsun'' dedi kadın. ''Dünyanın bütün tehlikelerine karşı çıkarım ve gözümü dahi kırpmam. Korktuğum tek şey var: Sen gittiğinde tekrar yalnız kalacak olduğum o andan korkuyorum.''

''Kollarında ölmek istiyorum. Hayatta olduğumdan daha mutlu olarak..''

Kuşku her zaman kesinlikten daha iyidir.

''Aşağılık niyetlerden ve iki yüzlülükten oluşan bu şeytan köşesinden kurtulduğumda, mutlu olacağım.''

Başkalarını hakir gören bir insana cevap vermemek daha iyidir.

Abartılı iltifatlarda başka bir şey söylememeniz gerekecek. Aptal biri bunu gerçeğin ta kendisi sanır.

Hiç bir zaman 'kader' demeyiniz. Her zaman 'kısmet' deyiniz.

Dünya her şeye alışır!

''Neden altı hafta önce sahip olduğum kanaate bugünde sahip olayım ki? O zaman kendi kanaatimin kölesi olurum.''

Herkesin fikrini dinlediği için, hiç bir zaman bir işi gerçekleştirme cesaretine sahip olamıyordu.

Yeni olduğun sürece gözdesindir.

''İnsan kalbini güzel bir çoban köpeğine de bağlar.''

''Hakedilmeden sahip olunan bazı unvanlar vardır.''

''İdam hükmü, henüz hiç kimsenin aday olmadığı tek şeydir.''

''Ne kadar güzel bir balo!'' dedi Konta. ''Hiçbir şey eksik değil.''
''Eksik! Düşünce eksik.'' diye yanıtladı Kont.

''O zamanlar herkes düşlediği dava uğrunda savaşıyordu. Kendi tarafının zaferini sağlamak için mücadele ediyordu; madalyalar kapmak için değil.''

Bir amaca yönelik olan iki yüzlülük hiç bir zaman kendini ele vermemelidir.

Esnemeye yol açan bir aşk nasıl bir aşktır? 

Hayat denen bu bencillik çölünde herkes kendinden sorumludur.

Hayali aşk hiç kuşkusuz gerçek aşktan daha zengindir.

Mutsuzluğun en derin uçurumlarına yuvarlanmış olan bir insan, en son sığınak olarak sadece cesarete sahip olur.

Sevgisizliğe karşı hiç bir savunma işe yaramaz.

''İnsan bir budalalık yaptığında savaşa daima yüreğini sürer, beynini değil.''

''Bir ulus aynı yöntemlerle ikinci bir kez aldatılamaz.''

Asık bir surat kibarlığa aykırıdır. İnsan canı sıkılıyormuş gibi görünmelidir. Yüzümüz üzüntülü olduğunda, bir eksiğimizin olduğunu, herhangi bir başarısızlığa uğradığımızı dışa vurmuş oluruz. Yani dibe vurduğumuzu dışa vurmuş oluruz. Oysa canı sıkılan biri gibi görünseniz, bizzat sizi kazanmak için boş yere uğraşan, diğerleri dibe vurmuş olur.

Daima rakibinizin beklentisinin tersini yapın.

''Kelebeğin kanatları lambadan yanar.''

Güzel bir aşk eserini okumak, en soğuk kadın için bile enfes bir haz, bir tür kendine geliştir.

Uyanma hadisesi onun için eziyet dolu bir andı daima. Zira aynı zamanda derdi de uyanıyordu.

''Kibir en yüce erdem mabetlerine bile sızar.''

''Kendinize zaman tanıyın!''

''Ölümü yakınında bulunmak insanı kayıtsızlaştırır.''

''Tutku, hayatın en büyük azabıdır. Ama sadece yüce gönüllere musallat olur.''

İnsanlar başka bir insanın canını alma hakkına sahip olamazlar.

Danton idam edildiği gün şöyle demiş: ''Komik! 'kafa kesmek' şeklindeki zaman ifadesini çekimi yapılamıyor. İnsan şöyle diyebiliyor; ''Benim kafam kesilecek! Senin kafan kesilecek! Ama şöyle diyemiyor; ''benim kafam kesildi!''

Hayatın her alanında olduğu gibi: sadec, mütevazi, lütufkar olan şey, güzel bir aldatmaca nedeniyle terk edilir.

-Ladislas: Ruhum hazır!
-Kral: Sehpa da öyle! yatır başını üzerine!

İnsan herşeyi öğrenebiliyor. Bilgi, kıvraklık.. Ama cesaret asla.

''Güçlü ruh sıradan ruhlara egemendir.''

''Ve hayatını elinden almak istediğim insan, ölümümden dolayı gözyaşı döken yegane insan olacak.''

''Peki ya La Mole?'' diye sordu Bayan de Renal. ''Görünüş aldatıyor.'' diye yanıtladı Julian. ''O benim karımdı ama sevgilim değil.''

''Bir mahpusun en büyük felaketi kimseyi geri çevirememesidir.''

''Gerçekten de hiç bir insan başka bir insana güvenmemelidir.''

Avcını biri ormanda bir hayvan vurur. Av yere düşer. Bu arada çizmesiyle bir karınca yuvasına çarpar. Yuva tahrip olur ve karıncalarla yumurtaları dağılır. Karıncalar arasındaki filozoflar, bu devasa, siyah renkli ve korkunç şeyin ne tür bir şey olduğunu hiç bilmeyeceklerdir.

Bir günlük ömrü olan bir sinek, yazın ortasında bir sabah yumurtasından çıkar ve akşam güneş batarken ölür. Gece denen şeyin ne olduğunu nasıl anlayabilir. Beş saat daha yaşamasını sağlayın ve gecenin ne olduğunu hem yaşar hemde idrak eder.



STENDHAL





21 Mayıs 2013 Salı

BİN MUHTEŞEM GÜNEŞ

Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da mutlaka bir kadını gösterir.

Bir erkeğin kalbi fesat, habis bir şeydir Meryem. Bir ananın rahmine hiç benzemez. Kanamaz, sana yer açmak için genişlemez.

Allah doğudadır ve batıdadır, onun için, ne yana dönersen dön Allah'ın iradesi karşındadır.

Bir toplumun kadınları eğitimsiz olduğu sürece başarıya ulaşma şansı yoktur.

Savaşta canını kurtarmış olmanın bedeliyse; kimin kurtaramadığını merak etmenin ıstırabıydı.

Bazen.. Bana dünyada sahip olduğum tek şey senmişsin gibi geliyor, Leyla.

Bu kentin ne çatılarını ışıldatan ayları sayabilirsin,
Ne de duvarlarının gerisinde gizlenen bin muhteşem güneşi...

Derinlerde şiddetli çarpışmalar yaşanırken, bizim yüzeyde nasıl yalnızca hafif bir titreme hissettiğimiz..


KHALED HOSSEINI

4 Mayıs 2013 Cumartesi

MİLENA'YA MEKTUPLAR

Aklıma geldi de,tek olarak yüzünüzü anımsayamıyorum.Sadece kafe masalarının ardından geçip gidişiniz,görünüşünüz,elbiseniz; bunlar hala gözümün önünde.

Farkettim ki galiba erkekler daha fazla acı çekiyorlar ya da başka bir bakış açısıyla, bu konuda karşı koyma güçleri daha az.Oysa kadınlar daima suçsuzca acı çekerler; üstelik ''ellerinde olmaksızın'' değil, gerçek anlamda, ki aslında bu da yine ''ellerinde olmaksızın''a çıkar. Zaten bunları düşünmek boşuna. Tıpkı cehennemdeki tek bir kazanı devirmek için çaba gösterme isteği gibi; birincisi, hiçbir işe yaramaz ve ikincisi, yarasa bile, insan kazanın dışından akan kızgın madde de yanar ama cehennem bütün görkemiyle yerinde kalır.

Uyku en suçsuz varlıktır, uykusuz insansa en suçlu varlık...

Ahh şu harika insanlar! ne kadar iyi ve asiller! Bense ne kadar kötüyüm! İçimi bir görebilselerdi! Söylesem inanmazlar.

Adeta onları pencereden izleriz, uzaklaşmalarını ve bununla ulaşılmazlıklarını belli edişlerini...

Çocuklar ciddidirler ve imkansızlık nedir bilmezler; atma işinde on kez başarısız olmak onları bir sonraki denemede de başarısız olacaklarına inandırmaya yetmez, hatta daha önceki on seferde başaramadıklarını bile anlamazlar. Sözleri ve istekleri yetişkinlerin bilgisiyle doldurulsa, çocuklar korkunç olurlardı.

Şüphesiz doktorlar aptaldırlar, daha doğrusu aslında diğer insanlardan daha aptal değillerdir, ama kendini beğenmişlikleri gülünçtür.

Sevgili Bayan Milena, gün o kadar kısa ki, sizinle ve birkaç ufak tefek işle geçip sona eriveriyor. Gerçek Milena'ya yazacak birazcık bile zaman yok, çünkü daha da gerçek olanı bütün gün buradaydı; odada,balkonda,bulutlarda...

Öğrenciniz olmak ve durmadan yanlış yapmak isterdim ki, sizin tarafınızdan durmadan azarlanabileyim.

İnsan ancak biraz olsun neşesini bulduğunda gevezelik eder.

Mektubunuzu almak, size uykusuz bir kafayla cevap yazmak zorunda kalmak ne güzel...Ne yazacağımı hiç bilmiyorum, sadece satırlar arasında dolanıp duruyorum, gözlerinizin ışığı altında, ağzınızdan çıkan nefeste; tıpkı güzel mutlu bir günün içinde dolanır gibi...

Milena deniz gibi, içindeki su kütleleriyle deniz ne kadar güçlüyse o kadar güçlü ama yine de ölü.

Şeytanları tarafından sadece işkence edilen insan farkında bile olmadan öcünü en yakınından alır.

Milena, keşke burada olsaydınız ve sen ey zavallı, düşünmekten aciz kafa! Yine de sizi özlediğimi söylesem yalan olur; bu olup olabilecek en eksiksiz en acı verici büyü: Buradasınız, tıpkı benim gibi, hatta benden fazla; benim olduğum yerde siz de varsınız, üstelik benden daha fazla varsınız.

Benimsin, seni bir daha görmeyecek olsam bile.

Bütün bu olaylar benim için akıl almaz; dünyam yıkılıyor, yeniden kuruluyor. Yıkılmasından şikayetim yok, zaten yıkılıyordu; yeniden kurulmasından şikayetim var, güçsüzlüğümden şikayetim var, doğmuş olmaktan şikayetim var, güneşin ışığından şikayetim var.

Milena, aslında mesele o değil; sen benim için bir kadın değil kız çocuğusun, senden daha safını görmedim, sana elimi uzatmaya cesaret edemem küçük kız; bu kirli,titrek,pençeyi andıran,dengesiz,kararsız, soğuk soğuk titreyen eli...

Dış görünüşünün benim için en ufak bir önemi yoktu, beni tek ilgilendiren sözlerindi.

Dünya da benim ihtiyaç duyduğum kadar sabır var mı Milena?

Bugün Milena, Milena, Milena -başka bir şey yazmayacağım. Hayır yazacağım. Bugün Milena, yalnız telaş, yorgunluk ve yokluğun var.

Hiç değilse bu mektupları numaralandırıyorum, hiçbiri seni ıskalamamalı, tıpkı benim de seni o küçük parkta ıskalamadığım gibi.

Yanımda yürüyordun Milena, düşünsene yanımda yürümüştün.

Eğer mutluluktan ölünüyorsa bu benim başıma gelmeli. Ve eğer ölüme yazgılı biri mutluluk sayesinde hayatta kalıyorsa, o zaman hayatta kalacağım.

Ben bütün zamanımı ve bütün zamalardan bin kat fazlasını ve daha iyisi, dünya üzerinde var olan bütün zamanları senin için kullanmak istiyorum; seni düşünmek, senin içinde nefes almak için...

Viyana'da en güzel, hem de en delicesine güzel giyindiğin gün hangi gündü biliyor musun? Bu konuda tartışmayalım: pazar.

İnsan aslında nelere sahip olduğunu bilmeyen bir kapitalist.

Bana yeterince sevgi göstermediğini söylüyorsun ama orada oturmama izin verip karşıma oturmandan ve yanımda olmandan daha büyük bir sevgi ve saygı olabilir mi?

Aslında sevdiğim sadece sen değilsin, daha fazlası; senin aracılığınla bana hediye edilen varlığım.

Bu güne kadar hayata katlanamadığımı düşünürdüm, insanlara katlanamadığmı ve bundan utanırdım. Ama şimdi sen,bana katlanılmaz gelenin hayat olmadığını gösteriyorsun.

Bazen bana öyle geliyor ki, birlikte yaşamak yerine, ölmek üzere mutlu mesut yanyana uzanacağız. Fakat ne olacaksa senin yanında olacak.

Neden odanda duran ve senin koltukta ya da çalışma masasının başında oturuşunu, uzanışını, uyuyuşunu seyreden mutlu dolap değilim ki?

Lütfen Milena, beni yanlış anlama, senden yana hiçbir korkum yok; eğer öyle görünüyorsa , ki çoğu zaman öyle görünüyor, bu bir güçsüzlük, kalbin bir kaprisi, yine de o kalp ne için attığını iyi gayet biliyor. güçlü insanlarında güçsüzlükleri vardır. Fakat ben dişlerim sıkılı, senin o güpegündüz bile gördüğüm gözlerinin önünde her şeye katlanabilirim: uzaklığa, korkaklığa, endişeye, mektupsuzluğa.


Kalbimde sen varken her şeye katlanabilirim.


İyileşmem için gereken tek şeyi zaten bir kez yaptın ve ayrıca benim hakkımda olumlu düşünerek her an yeniden yapıyorsun.


Ve ayrıca benimle ilgili için rahat olsun; son gün de ilk gün gibi beklerim.


Lütfen Milena beni dinleme ve bana her gün ya. İsterse çok kısa olsun, bugünkü mektubunda da kısa olsun, yalnızca iki satır, yalnızca bir satır, tek bir kelime ama o kelimeden ancak korkunç acılar çekerek mahrum kalabilirim.


Tek isteğim yüzümü kucağına koymak, başımın üzerinde dolaşan elini hissetmek ve sonsuza kadar öyle kalmak...


Benim için tek acı; senin kendine azap çektirmendir.


Ve insan hayattayken de ölebilirdi.


Böyle gevezelik etmemin tek sebebi, her şeye rağmen senin yanında kendimi iyi hissetmem.


Aslında hep aynı şeyi yazıyoruz. Bir ben sana hasta olup olmadığını soruyorum, bir sen bana. Bir ben ölmek istiyorum, bir sen. Ve bir kez, on kez, bin kez sürekli senin yanında olmak istiyorum.


Hala doktorun söylediklerini yazmadın bana, seni uyuşuk, seni kötü mektup arkadaşı, seni şeytan, seni melek, seni -seni ne? Hiçbir şey, kucağında sessizce kalmak.


İnsan hiçbir zaman yeterince hazır olamıyor.


Beş altı saati konuşmak için çok kısa; susmak, el ele tutuşmak, bakışmak için yeterince uzun bir süre...


Evet, seni seviyorum budala; tıpkı denizin kendi dibindeki küçücük bir çakıl taşını sevmesi gibi, işte sevgim seni öyle kaplıyor.


Ne kötü insanın kendini olduğu gibi tutup her kelimenin içine atamaması.


Kirliyim ben Milena, sonsuz kirli, o yüzden temizlik konusunda böylesine yaygara ediyorum. Hiç kimse cehennemim dibindekiler kadar temiz şarkı söyleyemez; meleklerin söylediğini sandığımız aslında onlarınkidir.


İnsanı sırf hainlik olsun diye yutmayan bir denizde oradan oraya sürükleniyor gibiyiz.


İnsan kendi eksikliğine katlanmak zorundadır.


Belki en çok seni sevdiğimi söylediğimde de söz konusu olan gerçekten sevgi değil; sevgi, senin içimde çevirip durduğum bıçak olman.


Veda etmiyorum. Pusuda bekleyen yerçekimi beni çekip aşağıya almadığı sürece bu bir veda değil... Ama sen yaşadığına göre bunu nasıl yapabilir ki.


Öğleden sonra yataktan kalkmadım, çok yorgun değil de çok 'ağır' olduğum için. Tekrar tekrar bu kelime, bana uyan tek kelime, bununla ne kastettiğimi anlıyor musun? Aşağı yukarı bir geminin 'ağırlığı' gibi, dümenini kaybetmiş ve dalgalara şöyle diyor: ''Kendim için fazla ağır, sizin içinse fazla hafifim.''Ama tam olarak böyle değil, benzetmeler anlatamıyor bunu.


Bazen insanların neşe kavramını nereden bulduklarını anlamıyorum, muhtemelen sadece üzüntünün zıddı olarak düşünülmüştür.


Nasıl oluyor da benden hala korkmuyor, tiksinmiyor ya da buna benzer bir duyguya kapılmıyorsun Milena? Ciddiyetin ve gücün ne kadar derinlere iniyor!


Ölüm döşeğinde yatan biri var ve ölüme yakın olmanın kendisine verdiği özgürlük duygusuyla şöyle diyor: ''Hayatımı, kendimi zevke karşı savunarak, onu bitirmeye çalışarak geçirdim.'' Ardında bir öğrenci sadece ölümden bahseden öğretmeniyle alay ediyor: ''Devamlı ölümden bahsediyor ve buna rağmen ölmüyorsun.'' Öğretmen ise şöyle diyor: ''Ama öleceğim. Son şarkımı söylüyorum. 



Bazısının şarkısı daha uzundur, bazısınınki daha kısa. Fakat aradaki fark yalnızca birkaç kelimeden ibarettir.''

Uzaktaki bir insanı düşünebilir ve yakındaki bir insanı elimizle tutabiliriz.

Bu dünya da cezasız kalmayacak bir şey varsa , o da manevi meselelerde kullanılan hesap ve rakamlardır.

iki insanın birbiriyle evlenmesi için tek bir mantıklı sebep vardır, o da birbirleriyle evlenmelerinin imkansız olmasıdır.

İnsan derinlerde aldatır ama yüzeyde tanırsın onu.

Evliliğin anlamını keskin ve katı bir şekilde tanımlayacak olursak, güvende olmaktır.

İnsan dostluk kurma yeteneğine ancak çok gençken sahiptir.

Hiçbir şey sonsuza dek sürmüyor.

Aramak için inanmak gerekir, inanmak içinse belki yaşamak için gerekenden daha fazla güç.


FRANZ KAFKA





24 Nisan 2013 Çarşamba

ONİKİNCİ GECE

Müzik eğer aşkın gıdasıysa, durmayın çalın!
O kadar çalın ki, tıka basa doysun gözü aşkın!

Aşk ise hayal ediyor olur olmadık şeyleri.

Bilirsiniz büyüklerin yaptıkları küçüklerin çenesini yorar.

Doğa çoğu kez pislikleri kapatır, bir güzellik duvarıyla.

Tasa insanın en büyük düşmanıdır.

Akıllı bir kaçık, kaçık bir akıllıdan yeğdir.

Onarılmamış herhangi bir şey yamalıdır. Yoldan çıkan erdem günahla yamanır; yola giren günah ise erdemle yamanır.

Aklımın kabul etmeyeceği bir hayale gözlerimin kapılmasından korkuyorum.

Kadınların bal mumu yüreklerinde,
Yakışıklı düzenbazların izlerini bırakmaları ne kadar da kolay!

Aşk nedir? Elbette gelecek olan değildir;
Şimdiki gülüşündür; şimdiki sevincindir;
Bilinmez hiçbir zaman neyin geleceği;
Bir gecikmeye gör kazanç elde var sıfır;
Yirmi kez tatlı kız, onun için gel öp beni!
Unutma, gençlik dayanıksız bir kumaştır!

Bir kadın kendinden büyüğüne varmalıdır;
Ancak böyle ona uyabilir,kocasının gönlündeki yeri koruyabilir;
Çünkü delikanlı, kendimizi ne kadar översek övelim,
Duyduğumuz sevgi, kadınlarınkinden daha delişmen, daha kaypak,
Daha hırslı, daha kararsızdır,
Bu sevgi daha çabuk biter, daha çabuk kazanılır.

Kadınlar gül gibidirler,
O güzel çiçekleri açtıktan kısa bir süre sonra,
Solup dökülürler.

Biz erkekler çok konuşur, sık da yemin ederiz;
Ama aslında duygularımızdan üstündür gösterişimiz.
Çünkü her zaman yeminlerimizde cömert,sevgimizde pintiyiz.

Bazıları büyük doğar, bazıları büyük işler yapar, bazılarına ise büyüklük kendiliğinden gelir.

-Acıyorum size.
-Bu sevgiye doğru bir basamaktır.
-Hayır,basamak değil; herkes bilir ki acıdığımız çoğu kez düşmanımızdır.

Ne kadar yakışıyor alayın hareleri
Öfkeli, hor gören dudaklarına!
Bir katilin suçu bile
Saklanmak istenen aşk kadar çabuk göstermez kendini;
Öğle gibi aydınlıktır aşkın gecesi de.
Cesario, baharın gülleri, bekaret,onur, gerçek
Ve herşey adına beni hor görsen de
Öylesine çok seviyorum ki seni,
Ne akıl ne mantık seklayamaz sevgimi.
Karşılık bulmadan seni sevdim diye,
Kayıtsız kalmakta haklı olduğun sonucuna varma:
Daha doğrusu şu gerçeğe dayanarak ölç ve biç iyice:
Karşılıklı aşk güzeldir, ama daha güzeli;
karşılık beklemeden kendini verendir.

Ona haber gönderdim; ya gelmeyi kabul ederse!
Onu nasıl ağırlayayım? Ne vereyim ona?
Çünkü gençlik yalvararak değil, ödünç alınarak değil;
Çoğu kez satın alınarak ele geçer.

Eğer bu düş ise bitmesin uykum.


WİLLİAM SHAKESPEARE


13 Nisan 2013 Cumartesi

BEYAZ GECELER

Yüreğim konuşurken ben susmayı beceremem.

Eğer içimdeki söz seli taşmazsa ben boğulurum.

Mutsuz olduğumuzda başkalarının mutsuzluğunu daha iyi hissedebiliyoruz.

Nastenka, böyle bir aşk kimileyin insanın yüreğini üşütür,tinini ezer.Senin elin soğuk, benim ki ise alev alev yanıyor. Nastanka ne kadar körsün! Mutlu bir insan kimileyin ne kadar da çekilmez oluyor. Ama ben sana darılamazdım. 

Bakın neden hepimiz kardeş gibi değiliz? Neden en iyi yürekli insan bile karşısındakinden bir şeyler saklıyor ve ondan sakınıyor? Sözlerinin boşa gitmeyeceğini biliyorsan neden içindekini hemen ve açıkça söylemiyorsun? Herkes olduğundan daha kapalı görünüyor ve sanki duygularını çok çabuk dile getirirse kendi duygularını incitmekten korkuyor.


FYODOR DOSTOYEVSKİ


YETER Kİ SONU İYİ BİTSİN

Baban gibi ol davranışlarında ve tavırlarında
Soyun, meziyetlerin yol göstersin sana
Gönlündeki ülken için,
Ve dürüstlüğün ortak olsun ilk evlatlık hakkına.

Herkesi sev, azına güven, haksızlık etme hiç kimseye.
Kaba güçle değil, zekanla çık düşmanının karşısına
Kendininmiş gibi savun dostunun hayatını.

Benim için herşey bitti artık.
Bertram'la birlikte hayatım da gitti.
Bu tıpkı göklerdeki parlak bir yıldızı sevip
Onunla evlenmeyi düşünmek gibi.
Oysa o kadar yukarılarda ki o.
Onun dünyasına giremediğime göre,
Yetinmeliyim uzaklardan gelen parlak ışığıyla.
Kendi kendinin işkancecisi oldu sevgimin istekleri:
Bir aslanla çiftleşmek isteyen dişi geyik,
Sevgisi uğruna ölmek zorundadır.
Her an, her saat onu görmek güzeldi, ama işkenceydi
Ne güzeldi onun kemerli kaşlarını,
Şahin gözlerini, dalgalı saçlarını gönlümün tuvaline çizmek.
Ne kadar başarılıydı yüreğim,
Kaydederken yüzündeki her çizgiyi, her anlamı.
Ama şimdi gittiğine göre,
Benin tapınan hayalim kutsamalıdır ondan yadigar kalanı.

Çoğu kez kendimizdedir derdimizin devası,
Oysa göklerde ararız hep yerde bulacaklarımızı.
Göklerdeki yazgımız bir fırsat verir her zaman,
Ama biz akılsızsak geri çeker planlarımızı.
Aşkımı bu kadar yükseklere çeken hangi güçtür?
Onu hayalimde canlandırırım her an.
Ne yazık, hoş görülmez onu görmem kanıyla canıyla!
Doğa herşeyi birbirinden farklı yaptığı halde,
Sanki bizler eşit yaratılmışız gibi,
Birleştiriyor sarmaş dolaş ediyor bizleri.
Mutsuzlukların bedelini ince eleyip sık dokumak için.
Alışılmadık şeyler yapmak imkansız olurdu.
Ve heralde yaparlardı yapılması gerekeni.
Değerini göstermek için çabalayıp da,
Sevdiğini kaçıran kimse var mı acaba?

Unvanı yok diye sevmezlik etme!
En umulmadık yerden erdem yeşerirse,
Onu yapan çıktığı yeri de yüceltir.
Erdem yoksa eğer, unvanlarla şişindiğimiz yerde
Sabun köpüğüdür onur dediğimiz şey de.
İyi olan için unvana gerek yoktur;
Nitelik unvanla gelmez, ama kötülük gelebilir.

Soyluluk hemen he an mezar taşına yazılan,
Bizleri tutsak eden akıl çelen bir sözcüktür sadece,
Aldatıcı ölü bir ganimettir.

Karanlık bir yuva, sevilmeyen bir eş yanında,
Savaş hiç de zor bir iş değil.

Yabancılar ve düşmanlar ayırmayı sever,
Öpmeyi değil.

Yitirdiği onuru kazanamaz asla kılıcı.

Güllerimiz bir kez topladınız mı,
Bize batsın diye dikenlerimiz kalacak yalnızca
Ve kayıtsızca alay edeceksiniz çorak çıplaklığımızla.

Bazen yüzlerce yemin gerçeği var edemez,
Ama bazen de tek bir yemin gerçeğin kendisidir.

Birbirine benzermiş erkeklerin yemini.

Bazen kaybettiklerimizle ne kadar büyük bir rahata kavuşabiliyoruz!

Yeter ki sonu iyi bitsin;
Her şey kralın huzurunda sonuçlanacak.
Nasıl biterse bitsin,inceldiği yerden kopsun,
Şan şöhret getirecek bu son.

Önemsiz bir fiyat biçeriz sahip olduğumuz ciddi şeylere,
Onları tamamen kaybetmeden anlamayız değerlerini.
Gönül kırmak daha çok kendimize haksızlıktır,
Önce sevdiklerimizi yok eder,
Sonra da ağlatır bizi küllerinin ardından.
Sonra sevgimizin aklı başına gelir geç de olsa,
Feryat eder görünce neler olduğunu;
Utanç verici nefret, aşkımız uyurken bastırır bizi,
Sevdiğimizi yok ederek doyurur kendisini.


WİLLİAM SHAKESPEARE

1 Nisan 2013 Pazartesi

ROMEO VE JULIET

Eski düşmanlıkların sürdüğü yeni bir kavgada;
Yurttaş kanı yurttaş eline bulaşır burada.

Söylediklerimizi sabırla dinlerseniz
Söylemediklerimizi de görürsünüz.

Kapatıp perdelerini güzel gündüze kilit vuruyor,
Kendine uydurma bir gece yaratıyor.

Ah,uzaktan kibar görünen aşk,
Nasıl da zalim ve kaba denendiğinde!

Sevgi iç çekişlerin buğusuyla yükselen bir duman
Duman dağılınca aşıkların gözlerinde tutuşan bir ateş olur
Keder olunca bir kez, aşıkların gözyaşlarıyla beslenen bir deniz oluverir.

Hasta adama vasiyetname yazdırmak
Ölümü çağıran bir şey olur ancak.

Güzellikte zengin, ama fakir de sayılır
Ölünce ne varsa yok olacak güzelliğiyle birlikte.

-Onu unut, düşünme!
-Söyle bana nasıl unutulur düşünmek?

Sonradan kör olan aşık asla unutamaz
Daha önce gördüğü değerli hazineyi.

Yeni bir ateş söndürür başkasının yaktığını,
Yeni bir acıyla hafifler eski bir ağrı,
Başın döndü mü öbür tarafa döndür başını
Başkasının güçsüzlüğüyle iyileşir umutsuz keder,
Gözlerine yeni bir zehir bul ki yok etsin ötekiniz zehrini.

Her şeyi gören güneş,
Dünya yaratılalı onun benzerini görmedi.

-Demek yüzüstü düştün ha?
Sırtüstü düşeceksin büyüdüğünde.

Sevmek için bakarım, bakmak sevgiyi getirirse.

Gönlüm hiç sevdi mi bugüne dek?
Sevdiyse, yalanlayın ey gözlerim.
Görmedim çünkü,
Bu geceye kadar gerçek güzelliği.

-İşte senin dudaklarınla dudaklarım günahtan arındı.
-Öyleyse günah şimdi dudaklarımda kaldı.
-Geri ver bana günahımı! (tekrar öper)

Biricik sevgim, biricik nefretimden doğdu.
Erken görüp tanımadığım, tanımakta geç kaldığım;
Tiksinilen bir düşmanı birden severek,
Böyle harika bir sevgi doğdu.

Ama sevgi güç verir, zamansa imkan
Büyük engellerde bulur, büyük hazzı insan.

Yaralanmamış olan yarayla alay eder.

Ah şu penceren süzülen ışık da ne?
Evet, orası doğu, Juliet de güneş!
Doğ ey güzel güneş, şu kıskanç ayı öldür
Bak nasılda solgunlaşmış tanrıça üzüntüden,
Sen ondan daha güzelsin diye.
Kıskançlıktan dolayı vazgeç ona bağlılıktan
Saygılı ve toydur bakirelik giysisi
Soytarılar giyer bunları ancak
Sen çıkart bu giysileri üzerinden.
Kadınım, ah benim sevgilim
Ne olur bilseydi sevgilim olduğunu
Konuşuyor, ancak bir şey söylemiyor
Ne anlatıyor gözleriyle.
Konuşacağım bende
Ne kadar yüzsüzüm, onun konuştuğu ben değilim ki!
Göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,
Yalvarıyorlar onun gözlerine:
Biz dönünceye kadar siz ışıldayın diye.
Gözleri gökte olsaydı, yıldızlarda onun yüzünde
Utandırır yıldızları, yanaklarının parlaklığı
Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı.
Öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu ki gözleri gökyüzünde,
Gece bitti sanarak kuşlar ötüşürdü.
Nasılda dayamış yanağını eline
Eline giydiği eldiven olsaydım keşke,
Dokunsaydım yanağına.

Ey parlayan melek, konuş yine
Göz kamaştıran bir parlaklık veriyorsun geceye
Cennetin kanatlı habercisi başımın üzerinde
Tıpkı gördüğüm gibi ölümlülerin hayretle açılan gözlerinde
Tembel bulutların üzerine binip uçarken
Onu seyreden insanlar gibi hayranlıkla
Öyle bakıyorum ben de sana.

Ahh Romeo, Romeo!
Neden Romeo'sun sen?
İnkar et babanı adını yadsı,
Yapamazsan yemin et sevdiğine,
vazgeçeyim ben Capulet olmaktan.

İsmin ne önemi var?
Şu gülün ismi değişse bile kokmaz mı yine aynı güzellikte?
Romeo'nun da adı Romeo olmasaydı,
Kusursuzluğundan hiç bir şey yitirmezdi.
Romeo, bırak bu adı 
Senin parçan olmayan bu isim karşılığı al bütün varlığımı.

Nefret ediyorum bende adımdan sana düşmandır diye.

İnan sevgilim sana bağlı olacağım,
Daha kurnaz olup çekingen duranlardan.

Sakın yemin etme kararsız ay üzerine,
Her gece yörüngesinde yön değiştiren ay gibi,
Senin aşkında değişken olur sonra.

Cömertliğim uçsuz bucaksız denizler gibi
Sana olan sevgim denizler gibi derin.
Sana ne kadar verirsem çoğalıyor bende kalan,
Çünkü ikisi de sonsuz.

Senin ışığın yoksa,binlerce kez beter olsun gece,
Öğrenciler nasıl ayrılırlarsa ders kitaplarından
Öyle koşar seven, sevdiğine giderken,
Okula nasıl bunalmış giderse öğrenciler,
Öyle ayrılır seven sevdiğinden.

Doğanın anasın da, mezarı da topraktır,
Doğduğu rahimdir doğanın gömüldüğü yer.

Yeryüzünde yaşayan en zararlı şey bile
Özel bir yarar taşır bu yeryüzünde
En yararlı şey bile yanlış kullanılırsa
Yok edip doğru sonucu ulaşır zarara.
Kullanmayı bilmezsen iyi kötü olur,
Kötü de bazen yücelir erdem gibi.
Şu minik çiçeğin taze filizlerinde
Zehir de var, iyileştiren özler de.

Gençlerin sevgisi kalplerinde değil de gözlerindeymiş demek.

Güçsüzse erkekler kadınlar düşer.

Acele işe şeytan karışır,
Telaşla koşanın ayağı dolaşır.

İki kişi sır saklar yok ederek birini.

Şiddetle başlayan hazlar şiddetle son bulur,
Ölümleri olur zaferleri,
Öpüşürken yanıp tutuşan ateşle barut gibi.
En tatlı bal bile tadıldıkça bıkkınlık verir,
Aynı tat isteği iştahı köreltir.
Onun için ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin,
Hedefe hızlı giden, yavaş giden kadar geç varır.

Dilencidir ancak servetini sayanlar;
Benim sevgimse öyle büyüyüp çoğalmış ki,
Varlığımın yarısını bile saymak gelmez elimden.

Gel ey sevecen gece,gel,sevimli,kara kaşlı gece,
Bana Romeo'mu ver; sonra öldüğünde,
Küçük yıldızlara böl onu;
Onlar göğün yüzünü öyle bir süsleyecekler ki,
Bütün dünya gönül verip geceye,
Tapmayacaktır artık o muhteşem güneşe.

Yeni giysilerini giyemediği için sabırsız bir çocuğa
Ne denli uzun gelirse bayramdan önceki gece
O denli uzun ve sıkıcı geldi bugün.

Bu kadar kötü yazıyla dolu bir kitap,
Nasıl güzel ciltlenebilir böyle?

Sürgün yanlış adıdır ölümün,
Ölüme sürgün demek,
Altın bir baltayla başımı kesmek,
Sonrada beni öldüren vuruşa gülümsemektir.

Konuşamazsın ki hissedemediğin şeyi.

Bir dakikaya nice günler sığar.

Ölçülü yas sevgiyi gösterir,
Ölçüsüz yas ise akılsızlığa işarettir.

Öç duygusu götürülür mü ölümden öteye?

Çoğu kez ölüm yaklaşırken amma da neşeli oluyor insanlar!
İdamlıkların gardiyanları buna;
ölümden önce çakan şimşek derlermiş.
Buna nasıl şimşek diyebilirim ama?
Ah sevgilim! Karım benim!
Soluğunun balını çeken ölümün gücü
Yetmemiş güzelliğini almaya.
Sen yanilmemişsin, ölüm sancağı
Hala kıpkızıl duruyor dudaklarında,yanaklarında.

Ah sevgili Juliet!
Neden böyle güzelsin hala?
Ele avuca sığmayan ölüm mü aşık oldu sana?
İnanayım mı o iğrenç canavarın bu karanlıkta
Sevgilisi olasın diye seni sakladığına?
İşte bundan korktuğum için sonsuza dek yanında kalacağım.

Ey gözler son kez bakın!
Kucaklayın son kez ey kollar!
Ve ey siz nefes kapıları, yasal bir öpüşle mühürleyin,
Doyumsuz ölümle yaptığım bu süresiz anlaşmayı!

Ölüyorum işte bir öpücükle.

Bu da ne? Canım sevgilimin elinde bir şişe!
Demek ki zehirden sevgilim bu vakitsiz ölümü.
Cimri! Hepsini içmiş; bir damla bile,
Bırakmadın demek kavuşabilmem için sana?
Öyleyse dudaklarından öperim,
Orada bir parça zehir kalmıştır belki;
Bir zamanlar hayat veren dudakların,
Bu kez son versin hayatıma!

Ey hızır gibi yetişen hançer!
Senin kının burası. 
Orada paslan, bende öleyim!

WİLLİAM SHAKESPEARE