2 Ekim 2014 Perşembe

VAHŞETİN ÇAĞRISI

Bir kere düştün mü, sonun geldi demektir. İşte bu yüzden asla düşmemeliydi.

Zevk aldığı için değil, fakat midesinden gelen gürültüler için çalıyordu. Hırsızlığı açıkça değil, sopa ve diş kanununa duyduğu saygıdan yapıyordu. Kısaca yaptığı şeyleri yapamadığı şeylerden daha kolay olduğu için yapıyordu.

Yaşamın doğruluğunu belirleyen ve bunun da üzerinde yaşamın daha da yükselmeyeceği bir kendinden geçiş vardı. Bu kendinden geçiş, kişinin en canlı olduğu anda gelir ama beraberinde canlı olduğu unutkanlığını da getirir.


Orta yol diye birşey yoktu. Ya efendi olacaktı yada yönetilecekti, merhamet göstermek ise zayıflıktı. İlkel yaşamda acımak diye birşey yoktu. Acıma duygusu korku diye yanlış anlaşılıyor, böyle bir yanlış anlaşılma da ölüm demek oluyordu. Öl ya da öldür, yen yada yenil, kanun buydu ve o, zamanın derinliklerinden gelen bu kanuna uyum sağlıyordu.

Bitmez tükenmez saatler boyunca örümceği ağında, yılanı kıvrımlar içinde, panteri pusuda tutan vahşetin bir sabrı vardır; yaşamın kendisi kadar direngen, yorulmaz ve üsteleyici bir sabırdır bu.

Bütün gün Buck havuzun çevresinde döndü ve huzursuzca dolaştı. Hareketin durması, tanıdığı calıların yaşamlarında gitmeleri olarak tanıyordu. Thornton'un öldüğünü biliyordu. Açlığa benzer büyük bir boşluk vardı içinde ama bu yiyeceğin doldurabileceği bir boşluk değildi.



JACK LONDON


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder