18 Ekim 2016 Salı

BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK

Bir insanı anlayabilmek için o insanın baktığı açıdan bakmayı becerebilmelisin.

Bazen bir adamın elindeki İncil.. babanın elindeki içki şişesinden daha tehlikeli olabilir.

İnsanların başına ne geldiğini asla bilemeyiz. Kapalı kapılar ardında evlerde nelerin olup bittiğini, ne sırların gizlendiğini...

İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır.

Başka insanların yüzüne bakabilmek için önce kendi yüzüme bakabilmeliyim. Çoğunluğa bağlı olmayan tek şey insanın vicdanıdır.

''Gerçek cesaretin ne olduğunu bilmeni istiyordum, gerçek cesaretin eli tüfekli bir adamla ilgisi olmadığını. Daha başlamadan yenildiğini bile bile başlamak ve her ne pahasına olursa olsun sonuna kadar devam etmek olduğunu. Nadiren de olsa bazen kazanırsın.

İnsanlar kendilerinden daha çok şey bilen birini çevrelerinde görmekten hoşlanmazlar.

İnsanın hiçbir şekilde değiştiremeyeceği koşullarda yalan söylemesi gerekir.

Bazı zenciler yalan söyler, bazı zenciler ahlaksızdır, kadınlarımızın yakın çevresindeki bazı erkeklere güvenmememiz gerekir -ister siyah olsun ister beyaz. Ama her türlü insan soyu için geçerlidir, belli bir insan soyu için değil. Bu mahkeme salonunda hayatında hiç yalan söylememiş, ahlaksızca bir şey yapmamış kimse yoktur.

Bazı insanların bizi inandırmaya çalıştıkları gibi insanlar eşit yaratılmamıştır... Bazıları daha zekidir, bazı insanlar doğuştan kazanılmış daha fazla olanağa sahiptir, bazı insanlar ötekilere göre daha fazla para kazanır, bazı kadınlar diğer kadınlara göre daha iyi kek yapar.. Bazı insanlar pek çok başka insanın normal kapsama alanına girmeyen yeteneklere sahiptir. Ama bu ülkede insanlar ancak tek bir durumda eşit yaratılmış kişiler haline gelirler- bir yoksulu Rockfeller ailesinin bir ferdiyle, bir budalayı Einstein ile, cahil bir kişiyi bir kolej müdürüyle eşit gören bir tek kurum vardır. Bu kurum da hukuk kurumudur.

Tom Robbinson'un davası insanların yüreklerindeki gizli mahkemelerde görülmemişti.

Zulüm önyargılı insanlardan kaynaklanır.

Kendinizi bir adamın yerine koymadıkça, o adamın yerinde olmanın nasıl bir şey olacağını anlamaya çalışmadıkça o adamı gerçekten tanımazsınız.




HARPER LEE

11 Ağustos 2016 Perşembe

SİMYACI

Herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bilir. Ne var ki, hiç kimse kendisinin kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini kesinlikle bilmez.

Tanrı, herkesin izlemesi gereken yolu yeryüzüne çizmiştir, yazmıştır. Senin yapman gereken, senin için yazdıklarını okumak yalnızca.

Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum, çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim kalmayacak.

Herkes düşlerini aynı şekilde göremez, kendince görür.

Öyle zamanlar vardır ki, insan hayat ırmağının akış yönünü değiştiremez.

Yeryüzünde herkesin anladığı bir dil vardır. Bu coşkunun dilidir, arzu edilen ya da inanılan bir şeyi gerçekleştirmek için sevgi ve tutkuyla yapılan girişimlerin dilidir.

Bir şeyi gerçekten istediğin zaman, arzunu gerçekleştirmeni sağlamak için tüm evren iş birlği yapar.

Bir şeye karar vermek başlangıçtan başka bir şey değildir. İnsan bir şeye karar verdiği sırada hiç öngörmediği, düşünde bile aklına gelmeyen bir yöne doğru şiddetli bir akıntıya kapılıp gidiyordu.

Belki de Tanrı, çölü, insanlar hurma ağaçlarını görünce sevinsinler diye yarattı.

Dünyanın konuştupu ve yeryüzünün bütün yaratıklarının yürekleriyle anladıkları dilin, en temel ve en yüce bölümünü anladı delikanlı. Aşktı bunun adı, insanlardanda çöllerden de daha eskiydi; tıpkı kuyunun yanında bu iki bakışın buluşması benzeri, iki bakışın buluştuğu yerde, her zaman aynı güçle ortaya çıkardı.

Aşk sevilen nesnenin yanında bulunmayı zorunlu kılıyordu.

İnsan sevince, nesneler daha çok anlam kazanıyor.

Düşlere inanan kimse onu yorumlamasını da bilir.

''Kötülük'' dedi simyacı, ''insanın ağzına girende değil, oradan çıkandadır.''

''Seni seviyorum, çünkü bütün evren sana ulaşmam için işbirliği yaptı.''

''Bulduğun şey saf maddeden yapılmışsa hiçbir zaman çürümeyecektir.''

Yüreğin neredeyse, hazinen de oradadır.

Gözümüzün önünde büyük hazineler olduğu zaman görmeyiz onları. Peki neden bilir misin? Çünkü insanlar hazineye inanmazlar.

Ve altın evrimin simgesi olacağı yere savaşların işareti oldu.

Kim ve ne olursa olsun yeryüzünde her insan, her zaman dünya tarihinde başrol oynar. Ve doğal olarak o bilmez bunu.




PAULO COELHO 

FARELER VE İNSANLAR

Biz onlara benzemeyiz! Çünkü sen varsın benim yanımda ve ben varım senin yanında, bu yüzden işte..

İnsan yüreğinin iyi olması için akla ihtiyacı yoktur.

''Yatakhanede kağıt oynuyorlar ama ben zenci olduğum için onlarla oturup kağıt oynayamıyorum. Kokuyormuşum ben öyle diyorlar. Sana bir şey söyleyeyim mi, aslına bakarsan siz de bana kokuyorsunuz.''

İnsan çok uzun süre yalnız kaldı mı hastalanır, yalnızlıktan hastalanır.




JOHN STEINBECK

GÜNEŞİ UYANDIRALIM

Hep peşimden gelmek isteyen o eski acıyı anımsıyordum. Yeniden Zeze olmak, bir şeker portakalı fidanını edinmek, Potuga'yı yine yitirmek mi?

-'İnsanları sevmekten pek hoşlanmıyorum. Sevdim mi de ölmelerinden korkuyorum.''
-''Sevdiklerinden çok ölen oldu mu?''
-''Çok değil, hayır. Yalnızca bana sevgisiz hayatın beş para etmediğini öğreten bir adam.''

İnsan yüreğinin acımadığı söylenir, ama benim yüreğim acıyordu.

-''Sen çok düş görüyor musun Maurice?''
-''Pek seyrek. İnsan kocaman bir adam olur, hayatta yolunu çizer ve nesneler değişir.''

Dua etmek, Tanrı'yla gevezelik etmektir. Acele etmeden, küçük, sevimli bir söyleşidir.

İnsanlardan verebileceklerinin çoğu istenemez.

Acı korkunç bir şeydi! Neden bir anda gelmiyordu, neden büyük bir acı geldiği gibi hemen geçmiyordu?

İnsan bağışlarken her şeyi unutuyor. Ama yalnızca unutmakla, pek çok kez insan yeniden anımsamaya başlıyor.

Mutluluk bu olmalıydı. İnsanların birbirine ufak tefek ve hoş şeyler anlatması.

Mutlu olmak dedikleri ne? Kim bilir? Mutluluk zaman gibidir, hareketsizdir ve insanlar gelip geçerler.

Yalvarırım söyle bana Adam, büyük insanlar güneşi nasıl uyandırabilir?



JOSE MAURO DE VASCONCELOS

24 Nisan 2016 Pazar

ŞEKER PORTAKALI

İnsanın içinden de şarkı söyleyebildiğini bilmiyor muydu yoksa? Bilmiyorsa bunu ona öğretmeyecektim.

İçi geçmiş birkaç kötü oyuncak için bunca çaba! Elbette ki, yaşayan bütün yoksullara çok güzel şeyler de vermezler..

Küçük İsa beni neden sevmiyordu? O ki, doğduğu ahırda bulunan öküzü ve eşeği bile sevmişti. Ama beni, hayır. Belki de, şeytanın vaftiz çocuğu olduğum için benden öç alıyordu. Ama Luis hak etmemişti bunu, çünkü o bir melekti. Gökyüzünün melekleri ondan daha tatlı olamazlardı.

Kimseden bir şey beklemiyorum, böylece hayal kırıklığına da uğramamış oluyorum.

Küçük İsa'nın yalnızca iş olsun diye yoksul doğmak istediğini düşünüyorum. Sonra da yalnızca zenginlerin zahmete değdiğini görmüştü.Hepimiz büyüktük. Küçük küçük parçalarla, aynı üzüntüden payını alan büyük ve üzgün kişiler..

Uyuyalım. İnsan uyudu mu her şeyi unutur.

Biliyor musun Totoca, bir armağan almayı o kadar isterdim ki. Tek bir armağan. Ama yeni olsun, benim olsun yalnızca...

Büyükler bir takım masallar anlatıyorlar ve çocukların her anlattıklarına inandıklarını düşünüyorlar.

Yeryüzü sokak çocuklarınındı..

İnsan yüreğinin, bütün sevdiklerini içine alabilmesi için çok büyük olması gerekir.

-Portuga! Hep senin yanında olmak isterdim biliyor musun?
-Neden?
-Çünkü dünyanın en iyi insanısın. Senin yanındayken kimse beni azarlamıyor ve gün ışığının yüreğimi mutlulukla doldurduğunu hissediyorum.

Öldürmek, Buck Jones'un tabancasını alıp güm diye patlatmak değil! Hayır. Onu yüreğimde öldüreceğim, artık sevmeyerek.. Ve bir gün büsbütün ölecek.

-Benim küçük oğlum olmayı ister misin?
-İnsan doğumunda babasını seçemez. Ama seçmek elimde olsaydı seni isterdim.

-'Daha çok anlat.' dedim.
-'hoşuna gidiyor mu?'
-'Çok. Elimden gelse, seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre hiç durmadan konuşurdum.'
-Bu kadar yola nasıl benzin yetiştiririz?'
-'Gider gibi yaparız.'

Kötüsün küçük İsa! Ben ki bu kez benim için Tanrı olarak doğacağına inanıyordum, bana bunu yaptın demek! Neden beni de öbür çocukları sevdiğin gibi sevmiyorsun? Uslu durdum, kavga etmedim, derslerime çalıştım,sövmedim. 'kıç' bile demedim. Neden bana bunu yaptın küçük İsa? Lüçük portakal fidanımı kesecekler, kızmadım. Yalnızca biraz ağladım. Ama şimdi... şimdi..

Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum. Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın birlikte ölmesi gereken şeydi. Kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan diğer yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi.

Bazıları için ölmek kolaydı. Uğursuz bir trenin gelmesi yetiyordu, tamamdı bu iş. Ama benim için göklere uçmak ne kadar güçtü. Herkes engel olmak için bacaklarımı tutuyordu.

Hayatın sevilecek yanlarını bana sen öğrettin sevgili Portuga'm. Şimdi bilye ve artist resmi dağıtma sırası bende, çünkü sevgisiz bir hayatın hiç bir anlamı yok. ara sıra sevgimle mutluyum, ara sıra da yanılıyorum; bu daha sık oluyor.




JOSE MAURO DE VASCONCELOS


14 Nisan 2016 Perşembe

KÜÇÜK PRENS

Yaşam bize bütün kitapların öğrettiğinden daha fazlasını öğretir. Çünkü yaşam bize karşı direnir. İnsan, ancak engellerle karşılaşıp onları aşmaya çalıştıkça kendini tanıyabilir.

Bütün koca adamlar bir zamanlar çocuktular. (gerçi aralarında bunu hatırlayanlara az rastlanır ya.)

Büyükler boa yılanlarını içten ve dıştan gösteren resimleri bir yana bırakıp tarih, coğrafya, aritmetik ve dilbilgisiyle ilgilenmemi öğütlediler. Böylelikle daha altı yaşımda, bana parlak bir gelecek sunan resim sanatından vazgeçtim.

Büyükler sayılara bayılırlar. Tutalım, onlara yeni edindiğimiz bir arkadaştan söz açtınız, asıl sorulacak şeyleri sormazlar. Sesi nasılmış, hangi oyunları severmiş, kelebek biriktirir miymiş, sormazlar bile. ''Kaç yaşında?'' derler, ''Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor?'' bu tür bilgilerle onu tanıdıklarını sanırlar.

Onu anlatmaya çalışmam unutmak istemeyişimdendir. İnsanın arkadaşını unutması ne acı. Kaldı ki  arkadaşı olan kaç kişi var içimizde? Bir gün onu unutursam gözleri sayıdan başka bir şey görmeyen büyüklere dönerim.

Küçük Prens'in gezegeninde de öteki gezegenlerde olduğu gibi iyi bitkilerin yanı sıra kötülerin bulunduğunu öğrendim. İyilerin iyi tohumları, kötülerin kötü tohumları vardı. Ama tohumları kolayca göremezsiniz. İçlerinden biri uyanma hevesine kapılana kadar toprağın derinliklerinde öylece uyurlar. Günü gelince küçük tohum gerinir ve güneşe doğru ürkek, sevimli bir filiz sürer. Bir gül fidanının ya da bir turpun filizi söz konusuysa istediği gibi gelişip serpilmesine karışmasak da olur. Ama kötü bir bitkiyse görür görmez kökünden söküp atmalıyız onu.

Kelebeklerle dostluk kurmak istediğime göre iki üç tırtılın kahrını çekeceğim elbet.

Krallar için dünya çok basittir; onlar için herkes uyruktur.

Herkesten verebileceği kadarını istemeliyiz. Otorite her şeyden önce sağduyuya dayanmalıdır. Sen kalkıp halkına, kendilerini denize atmalarını buyurursan ihtilal çıkar.

Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan daha güçtür.

Kendini beğenmişlerin gözünde herkes bir hayrandır.

''Acaba'' dedi Küçük Prens, ''Bir gün hepimiz kendi yıldızımızı bulabilelim diye mi yıldızlar böyle parlıyor?''

Küçük Prens yine konuşmaya başladı: '' İnsanlar nerede? Çölde biraz yalnızlık duyuyor kişi..''
''İnsanların arasından da yalnızlık duyulur.'' dedi yılan.

-''Evcil ne demek?''
+''Artık kimselerin umursamadığı bir geleneğin gereği. Bağlar kurmak demektir.''
-''Bağlar kurmak mı?''
+''Evet. Sözgelimi sen benim için  şimdi yüz binlerce oğlan çocuğundan birisin. Ne senin bana bir gereksinmen var, ne de benim sana. Bende senin için yüz binlerce tilkiden biriyim. Ama beni evcilleştirirsen birbirimize gereksinme duyarız. Sen benim için dünyada bir tane olursun, ben de senin için.''

''Yalnız evcilleştirdiğin şeyleri tanıyabilirsin.'' dedi tilki. ''İnsanların tanımaya ayıracak zamanları yok artık. Aldıklarını hazır alıyorlar dükkanlardan. Ama dost satan dükkan olmadığı için dostsuz kalıyorlar.''

Sözcükler yanlış anlaşılma kaynağıdır.

Ertesi gün Küçük Prens yine geldi. ''Hep aynı saatte gelsen daha iyi olur.'' dedi tilki, ''Sözgelimi öğleden sonra saat dörtte gelecek olsan ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Her geçen dakika mutluluğum artar. Saat dört dedi mi meraktan yerimde duramaz olurum. Mutluluğumun armağanını veririm sana. Ama gelişigüzel gelirsen içimi sana hangi saatte hazırlayacağımı bilemem.''

Küçük Prens güllere bir daha bakmaya gitti: ''siz benim gülüme hiç benzemiyorsunuz. Şimdilik değersizsiniz. Ne sizi evcilleştiren olmuş, ne de siz kimseyi evcilleştirmişsiniz. Tilkim eskiden nasıldı, öylesiniz. O da önceleri tilkilerden bir tilkiydi ama ben onu dost edindim, şimdi dünyada bir tane.'' Güller güç duruma düşmüşlerdi. ''Güzelsiniz ama boşsunuz,'' diye ekledi. ''Kimse sizin için canını vermez. Buradan geçen herhangi bir yolcu benim gülümün size benzediğini sansa bile o tek başına sizin topunuzdan önemlidir. Çünkü üstünü fanusla örttüğüm odur, rüzgardan koruduğum odur, kelebek olsunlar diye bıraktığımız bir kaç tanenin dışında bütün tırtılları uğrunda öldürdüğüm odur. Yakınmasına, böbürlenmesine hatta susmasına kulak verdiğim odur. Çünkü benim gülümdür o.''

İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçeği görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.

Gülünü bunca önemli kılan, uğrunda harcadığın zamandır.

''Zaten yalnızca çocuklar ne aradıklarını bilirler,'' dedi Küçük Prens. ''Bezden bir bebeğe bütün bir zamanlarını verirler, varsa yoksa o bebektir; ellerinden alınsa ağlarlar.''

''Bir yerlerde bir kuyunun saklı oluşudur, çöle güzellik veren,'' dedi Küçük Prens.

''Sizin Dünya'da insanlar, bir bahçede bin tane gül yetiştiriyorlar; yine de ne aradıklarını bulamıyorlar. Oysa aradıkları tek bir gülde, bir damla su da bulunabilir. Ama gözler kördür. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçeği görebilir.''

''Herkesin bir yıldızı var ama kimseninki birbirine benzemiyor. Yolcular için pusula, kimileri için ufak tefek bir ışık, bilginler için çözülmesi gereken bir sorudur yıldızlar. Sözünü ettiğim iş adamına göre ise altından başka bir şey değildirler. Gelgelelim bütün bu yıldızlar suskundur. Yalnız sen, herkesten ayrı göreceksin onları.''



ANTOINE de SAINT- EXUPERY





ÇAVDAR TARLASINDA ÇOCUKLAR

''Hayat tabii ki bir oyundur evladım. Hayat kurallara göre oynanması gereken bir oyundur.''
-Evet, efendim. Öyledir biliyorum. (Oyunmuş, kıçımın kenarı. Oyun öyle mi? Tüm asların bulunduğu takımdaysan, oyun o zaman, tamam; kabul ederim. Ya öteki takımdaysan, as oyuncu filan yoksa, oyunla ilgisi kalır mı bunun? Hiç yani. Yok oyun moyun.

İnsanlar bazen, bir şeyin tümüyle doğru olduğunu sanırlar.

İşin gülünç yanı; bir yandan böyle palavra sıkarken, bir yandan da başka birşey düşünüyordum. Ben New York'luyumdur. Central Park'taki gölü düşünüyordum, şu Güney Central Park'taki yapay gölü. Göl donup buz tuttuğunda, ördeklerin nereye gittiğini merak ediordum. acaba, biri kamyonla gelip onları hayvanat bahçesi gibi bir yerlere filan mı götürüyordu, yoksa kendileri mi uçup gidiyordu?

Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir.

Bazı şeyler olduğu gibi kalmalı. Elinizde olsa da, onları büyük cam vitrinlere koyup oldukları gibi kalmalarını sağlayabilseniz.

Bir insan öldü diye onu sevmekten vazgeçmek zorunda mısın, Tanrı aşkına; özellikle de hayatta olanlardan bin kez daha iyi kalpli bir insansa?

Rastlarsa biri birine, çavdarlar arasında..

Büyük bir çavdar tarlasında oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta -yetişkin hiç kimse yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgınca bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim.

Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir, olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bşr biçimde yaşamak istemesidir.

Bu dünyaya yalnızca iyi eğitilmiş insanların ve bilim adamlarının katkıları olabilir demeye çalışmıyorum. Ama diyorum ki, iyi eğitim görmüş insanlar ve bilim adamları, başlangıçta zeki ve yaratıcı iseler, yalnızca zeki ve yaratıcı olan insanlara kıyasla, arkalarında daha değerli şeyler bırakıyor gibiler.

Sakın kimseye birşey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.



J.D. SALINGER


21 Mart 2016 Pazartesi

KARAMAZOV KARDEŞLER ( 2.CİLT )

İnsanın bütün mutluluğu yaşaması için bir gün bile yeter.

İnsan için, baba evinde geçirilen çocukluk yıllarının anıları en değerli olanlarıdır ve ailede biraz aşk ve anlaşma varsa bu her zaman böyledir. En kötü aileden bile değerli anılar çıkabilir, yeter ki yüreğin değerli olanı aramayı bilsin.

İnsan dışındaki her şey günahsız.

İnsan dürüst ve adil birinin nasıl düşüp rezil olduğunu izlemeyi seviyor.

Dindar insan gider ama ışığı kalır.

İnsanoğlu peygamberleri kabul etmiyor ve kovalıyor; ama insan çilekeşlerini seviyorlar ve acı çektirdiklerine saygı duyuyorlar.

Cehennem, artık sevememenin acısıdır.

Kimileyin idama götürülen suçlunun aklında bile olayla hiçbir ilgisi olmayan, ikincil ne çok düşünce dolaşabilir.

İnsana öyle gelse bile doğada gülünç hiçbir şey yok. Eğer köpekler düşünebilselerdi ve eleştirebilselerdi, onlara buyuran insanların toplumsal ilişkilerinde de bir o kadar belki de daha fazla gülünç şeyler bulurlardı.

Herkes gibi olmayın; bir tek siz farklı kalsanız bile yine de farklı olun.

Öyle dakikalar oluyor ki, insanlar suçu seviyor.

Herkes kötülükten nefret ettiğini söylüyor ama içten içe kötülüğü seviyor.

''Çağımızda Tanrıya inanmak gericiliktir; ama ben şeytanım, bana inanabilirsiniz.''

Acı çekmek, yaşamaktır. Acısız nasıl bir zevk olurdu. Her şey sonsuz bir şükran ayinine dönüşecekti.

Biz, içimizde her şeye yer verebilir, her şeye alışabiliriz.

Biz, göz önünde yaşamayı seviyoruz ve en gizli tehlikeli düşüncelerimizi bile, tüm tasarılarımızı hemen bildirip insanlarla paylaşmaktan hoşlanıyoruz. Nedeni bilinmez; ama hemen insanların tam bir sempatiyle bize yanıt vermesini, tüm sorunlarımızı ve kaygılarımızı anlamalarını, bizi onaylamalarını ve alışkanlıklarımıza engel olmamalarını istiyoruz.


Görünüşte acımasız, taşkın ve önüne geçilemez insanlar genellikle son derece duygusal bir yüreğe sahiptirler. Örneğin bir kadına tinsel ve üstün bir aşkla sayrı biçimde bağlanabilirler.

Öldürülen yaşlı Karamazov gibi bir babaya , baba denilemez, o buna layık değil. Sevilmeyi hak etmeyen bir babayı sevmek, anlamsız ve olanaksız. Sevgi yoktan yaratılamaz.

Çocuklarınıza sevgi ve saygı ekmezseniz onlardan bunu biçemediğiniz için kendilerini nasıl suçlarsınız?

Bizi dünyaya getiren kişi henüz bir baba değildir; baba, bizi dünyaya getirip bunu hak eden kişidir.

Özellikle daha çocukluktan, baba evinden kalandan, daha üstün, daha güçlü, daha sağlam ve gelecekteki yaşamınız için daha yararlı anı yoktur. Size uzun uzun terbiyenizden bahsediyorlar, oysa çocukluktan kalan böyle güzel bir anı belki de aslında en iyi terbiyedir. Eğer insan, gelecekteki yaşamı için bunun gibi bir çok anı topladıysa o kendini kurtardı demektir.




FYODOR DOSTOYEVSKI

KARAMAZOV KARDEŞLER ( 1.CİLT )

Çoğunlukla insanlar, cani olanları bile, bizim düşündüğümüzden çok daha saf ve temiz yüreklidirler.

Gerçekçi bir insanı inanca götüren mucizeler değildir. Ciddi anlamda eğer gerçekçi biri inanmıyorsa, mucizenin kendisine de inanmamak için her koşulda kendinde o gücü ve yeteneği bulacaktır; Eğer ki mucize tartışılmaz bir şey olarak karşısına dikilirse bunu kabul etmektense kendi kendine inanmayı reddedecektir. Mucizeyi kabul etse bile, bugüne kadar bilmediği doğal bir olay gibi görecektir. Gerçekçi insanda inanç mucizede değil, mucize inançtan doğuyor. Gerçekçi insan bir kere inanırsa özellikle bu gerçekçiliği yüzünden mucizenin varlığını da kesinlikle kabullenmelidir. Havari Thomas, gözleriyle görmediği sürece inanmayacağını söylemiş, görünce ise ''Benim Allah'ım, benim Tanrım!'' demiş. Onu inanca götüren mucize midir? Büyük bir olasılıkla hayır; inanmış; çünkü inanmak istemiş ve belki de ''gözlerimle görmediğim sürece inanmam'' dediği sırada bile tininin derinliklerinde artık inanıyordu.

Halk arasında suskun ve sonsuz sabırlı acı vardır: İçine dönük sessiz bir acıdır, konuşmaz. Ama bir de patlayan türden bir acı vardır: Birden gözyaşlarına dökülür ve sonra da ağıta dönüşür. Özellikle kadınların acısı böyledir. Yine de bu, sessiz acıdan daha hafif değildir. Ağıt, insan yüreğini daha çok yaralayıp parçalayarak avutuyor. Bu tür bi acı avuntu da aramaz; bir türlü dinmek bilmeyen bir duygu ile beslenir. Ağıt da durmaksızın yarayı deşme gereksinimidir yalnızca.

Bu yeryüzünde gerçekten pişmanlık getiren bir insanın bağışlanmayacak günahı yoktur ve de olamaz. İnsan, Tanrı' nın sonsuz aşkını söndürebilecek büyüklükte bir günah işleyemez. Tanrı'nın kullarına duyduğu aşkı aşacak türden bir günah var mıdır ki?

Sevgi öyle değerli bir hazinedir ki, onunla tüm dünyayı satın alabilirsin.

İçinde temiz olmayan bir şey gördüğünde o artık arınmış oluyor; çünkü ayırdına varmışsınızdır.

İçten sevgi emek ve sabır ister.

Gerçek ceza tini sarsıp kendine getiren, huzura kavuşturan, kendi vicdanının ayırdına varma bilincidir.

Aşık olmak sevmek anlamına gelmez. Aşık olabilir ve ondan nefret edebilirsin.

Mantığın rezalet olarak değerlendirdiğine, yürek yalnızca güzellik diyebiliyor.

Günahtan ve şeytandan da yalnızca insanlar arasında değil, kutsal yerlerde de korunmak güçtür.

Narin bayanlar özellikle sefahat düşkünü alçakları seviyorlar.

''Aleksey Fyodoroviç, çam ağaçları insanlar gibi değil, onlar yavaş yavaş değişiyor.''

Hakarete uğramış bir insan için en acısı, herkesin onun koruyucusu olmaya kalkışması..

Tüm insanlara bir çocukmuş gibi, kimi insanlara ise hastanede yatan hastaymışçasına özen göstermek gerekir.

''İhtiyar Zosima, insan yüzünün aşkta deneyimsiz olan birçok kişinin sevgisinin engellediğini söylerdi.''

Eğer şeytan yoksa, dolayısıyla onu insan yarattıysa, kendi suretinde ve bir benzeri olarak yaratmıştır.




FYODOR DOSTOYEVSKI