24 Temmuz 2018 Salı

1984

Çıkardığınız her sesin duyulduğunu, karanlıkta olmadığınız sürece her hareketinizin gözetlendiğini varsayarak yaşamak zorundaydınız; zorunda olmak ne söz, artık içgüdüye dönüşmüş bir alışkanlıkla öyle yaşıyordunuz.


Savaş barıştır, 
Özgürlük köleliktir,
Cahillik güçtür.


İster KAHROLSUN BÜYÜK BİRADER yazsın, ister yazmaktan vazgeçsin, hiçbir şey fark etmeyecekti. İster günceyi sürdürsün, ister sürdürmesin, hiçbir şey fark etmeyecekti. Düşünce polisi onu nasıl olsa yakalayacaktı. Hiçbir şey yazmamış olsaydı bile, tüm öteki suçları da içeren temel suçu işlemişti. Buna ''düşüncesuçu'' diyorlardı. Düşüncesuçu sonsuza dek saklanabilecek bir şey değildi. onları bir süre hatta yıllarca atlatabilirdiniz, ama eninde sonunda ensenize yapışırlardı. 
Böyle şeyler hep geceleri yapılırdı. Tutuklamalar her zaman geceleyin gerçekleşirdi. Ansızın irkilerek uyanmak, hoyrat bir elin omzunu sarsması, gözlerinize tutulan ışıklar, yatağı çevreleyen acımasız yüzler. Çoğu zaman ne yargılama olurdu ne de bir tutuklama raporu tutulurdu. İnsanlar ortadan kayboluverirdi, o kadar; ve bu hep geceleri olurdu. Adınız kayıtllardan silinir, yaptığınız her şeyin kaydı yok edilir, bir zamanlar var olduğunuz bile yadsınır, sonra da tümden unutulurdu. Kökünüz kazınır, külünüz göğe savrulurdu: Alışılmış deyimle, buharlaşırdınız.


Kendi çocuklarından korkmak, otuz yaşından büyükler için neredeyse olağan bir şey olup çıkmıştı.


Kafatasınızın içindeki bir kaç metreküp dışında, hiçbir şey size ait değildi. 


İnsan ardında tek bir iz bile, bir kağıt parçasına karalanmış tek bir adsız sözcük bilr bırakamadıktan sonra, geleceğe nasıl seslenebilirdi?


Parti geçmişe el koyabiliyor ve şu ya da bu olayın hiçbir zaman olmadığını söyleyebiliyorsa, bu hiç kuşkusuz işkenceden de, ölümden de beter bir şeydi.


Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan geçmişi de denetim altında tutar.


İnsan, kendi belleği dışında hiçbir kayıt olmayınca en belirgin gerçeği bile nasıl kanıtlayabilirdi ki?


''Bana öyle geliyor ki, sizler asıl işimizin yeni sözcükler icat etmek olduğunu sanıyorsunuz. Oysa ilgisi yok! Sözcükleri yok ediyoruz; her gün onlarcasını yüzlercesini ortadan kaldırıyoruz. Dili en aza indirgiyoruz. ''


''Yenisöylem'in tüm amacının, düşüncenin ufkunu daraltmak olduğunu anlamıyor musun? Sonunda düşüncesuçunu olanaksız kılacağız, çünkü onu dile getirebilecek tek bir sözcük kalmayacak. Gerek duyulabilecek her kavram, anlamı kesin olarak tanımlanmış, tüm yan anlamları yok edilmiş ve unutulmuş tek bir sözcükle dile getirilecek.''


''Bağlılık, düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak gerektir. Bağlılık bilinçsizliktir.''


Proleterler, kendi güçlerinin bilincine bir varabilseler, belki gizli etkinlikler yürütmeye bile gerek kalmayacaktı. Yalnızca ayağa kalkıp, sırtına konan sinekleri savuşturan bir at gibi silkinmeleri yetecekti.


Bilinçleninceye kadar aslan başkaldırmayacaklar, ama başkaldırmadıkça da asla biliçlenmeyeceker.


Proleterlerin güçlü siyasal düşüncelerinin olması istenen bir şey değildi. Onlardan tek istenen, çalışma saatlerinin uzatılmasını ya da tayınlarının kısıtlanmasını kabullenmeleri gerektiğinde kışkırtılabilecek ilkel bir yurtseverlikti.


İşin asıl korkunç yanı, farklı düşündüğünüz için sizi öldürecek olmaları değil, haklı olabilecekleriydi. İki kere ikinin dört ettiğini nereden biliyorduk ki? Yerçekimi diye bir şey olduğunu nereden biliyorduk ki? Geçmişin değiştirilemez olduğunu nereden biliyorduk ki? Madem geçmiş de, dış dünya da yalnızca zihinlerdeydi, madem zihin de denetlenebiliyordu, söylenecek ne kalıyordu geriye?


 GEORGE ORWELL

1 yorum: